İnsanlar, yaptıkları şeylere büyük amaçlar yükleyerek onları kutsamayı pek sever. Peki, bu kutsamalar kime hizmet eder? İnsanları galeyana getiren o büyük büyük laflar, gerçekten hak ettiklerini bulur mu, yoksa tek amaç birilerini hoş etmek midir? “Vatan, Millet, Sakarya” diyerek onca genci yola döken, ölüme sürenlerin asıl amacı gerçekten vatanı korumak mı, yoksa iktidar sahiplerinin tahtlarının sağlamak almak mıydı? Onca öldürülen ve bir o kadar da öldüren gençlerin bundan kazancı ne oldu? İşte A Hidden Life’ın da cevabını aradığı şey bu. 2.Dünya Savaşı esnasında bir vicdani retçinin gerçek hikâyesinden uyarlanan A Hidden Life, büyük lafların altındaki küçük emelleri büyülü bir anlatımla ortaya seriyor.
Her şeyden önce A Hidden Life, gerçek bir hikâyenin anlatıcısı. 2.Dünya Savaşı’nda Hitler’e bağlılık yemini etmeyi reddeden ve vicdani ret yapan Franz Jägerstätter’in hikayesinin anlatıldığı film, her ne kadar gerçek bir hikâyeyi temel alsa da kuru, belgeselvari bir gerçekçilik yerine Malick’in şiirsel anlatımıyla örülmüş. Anlatım olarak doğrudan değil dolaylı bir anlatımı tercih eden Malick, filmin büyük çoğunluğunu mektuplar üzerinden aktarmayı tercih etmiş. Ancak bu mektuplar her ne kadar başlangıçta eşler arasındaki bağın güzel bir simgesi olsa da bir noktadan sonra ipin ucu kaçmış. Zira biz mektupları sesli olarak dinliyoruz ve film bir süre sonra mektup okuyucusun sesi üzerine yerleştirilmiş görüntüler havasına bürünüyor. Sinema gibi anlatmanın değil göstermenin esas alındığı bir sanat dalında bu tip bir aktarım biçimi tercih edilmesi bana kalırsa filmin en büyük eksisi. Ancak anlatımla alakalı diğer unsurlar takdire şayan. Pek çok sahnede de duygu izleyicinin gözüne sokulmuyor, izleyicinin farklı sahneleri zihninde birleştirerek duygu bütünlüğüne ulaşması hedefleniyor.
Terrence Malick sinemasının şüphesiz en ön plana çıkan kısmı görselliği. Malick bu filmde de diyalektik kamera kullanımından vazgeçmemiş. Filmi bir bütün olarak izleyicinin önüne koyarak seyirciyi bunaltmaktansa 10-15 dakika bir es vererek düşünme fırsatı vermeyi tercih etmiş. Diyalektik kamera kullanımı da işte burada devreye giriyor. Malick, anlatımın gerçekleştiği sahnelerde yoğun ve alışılmamış bir hareketli kamera kullanırken; es verdiği sahnelerde kamera tamamen sabit duruyor ve bu, izleyicinin görsel algısı için bir rahatlama anı oluşturuyor. Ardındansa film hareketli kameraya geri dönüyor. Ancak Malick’in hareketli kamerasını muadillerinden farklı kılan bir yönü var, o da kendine has açıları. Bunların başında şüphesiz yere yakınlık geliyor. Klasik anlayışta oyuncuların üst gövdesini almak esas iken Malick yere yakın bir açıyla karakterleri alt plandan çekmeyi tercih ediyor. Özellikle A Hidden Life gibi çiftçiliğin önemli pay sahibi olduğu bir filmde bu tercih karakterlerin toprak ana ile ilişkisini belirginleştiriyor. Bir diğer açı ise yüze yakın kamera. Pek çok yönetmen duygu yoğunluğunu artırmak için yüzlere odaklanmayı sever ancak Malick’i onlardan ayıran yüzü bu denli yakından göstermesi. Yüzün adeta içine girecek olan kamera, karakterin yaşadığı duyguyu izleyiciye aktarmak konusunda hayli başarılı. Şiirsel anlatımın Malick’in en temel özelliklerinden biri olduğunu söylemiştim ancak bunun oluşturulmasında kullanılan tercihler takdire ve harcanan emeğe yaraşır düzeyde. Filmin aşırı doygun renkler kullanarak oluşturduğu bu şiirsel görselliğin altında yatan şey doğan ışık. Güneşten daha iyi bir ışık kaynağı yoktur sözünü şiar edinen Malick ve ekibi, tüm çekimleri güneş ışından faydalanarak yapmış. Bunun için günün doğru saatini beklemiş, ellerindeki kısa süreyi etkili bir şekilde kullanmışlar. Ortaya çıkan işe bakıldığında bu emeğe değdiğini söyleyebilirim.
Filmin bir diğer önemli unsuru ise hiç şüphesiz oyuncular. Hikâyenin Avusturya’da geçmesi sebebiyle genellikle o bölgeden oyuncular tercih edilmiş. Bu da filmin doğallığını önemli ölçüde artırmış. İngilizce konuşmalarındaki Almanca etkisi dikkat çekmeyecek gibi değil. Ayrıca oyuncuların hayli iyi iş çıkardıklarını söylemek mümkün. Filmin tüm oyuncuları, başrolden jenerikte yazılı olmayan figürana kadar, oldukça tatmin edici bir iş çıkarmışlar. Oyuncuların karakteri oynamak değil yaşadıklarını söylemek mümkün.
Filmin bir diğer başarılı olduğu kısım ise müzikler ve ses işçiliği. Ses konusuna büyük önem verilmiş ve özellikle köy sahnelerinde doğanın tam anlamıyla hissedilebilmesi sağlanmış. Bununla birlikte sesler dolaylı aktarımın da en büyük yardımcısı olmuş. Malick bize doğrudan göstermek istemediği pek çok sahneyi ses dizaynı ile aktarmış. Bu da filmin anlatımını tek katmanlı olmaktan bir nebze de olsa kurtarmış. Müzikler ise duygu ile paralel ve bir iki istisna hariç doğru yerde kullanılmış.
Terrence Malick, şüphesiz sinema tarihinin en gizemli yönetmenlerinden biri. İlk üç filminden sonra verdiği yirmi yıllık ara ve bu esnada ne yaptığıyla alakalı sessiz kalması onu oldukça ilgi çekici hâle getiriyor. Ancak bu yirmi yıl, Terrence Malick’in yalnızca kişisel yaşantısı için değil, sineması için de bir dönüm noktası. Bu aranın ardından görüntü ve üslup olarak büyük değişikler yaşayan Terrence Malick, hiçbir zaman göz önünde bir isim olmasa da yaptığı filmlerin bazıları sinema severler için hayli değerli. Zira özellikle son 10 yıldır çokça üreten ancak nitelik nicelik oranını pek tutturamayan Terrence Malick için A Hidden Life, üst üste birkaç tatmin edici olmayan işin üzerine gerçekten nitelikli bir yapıt.