WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın

Çeviride Kaybolmak

Böyle söyleyince hangi film hakkında konuşacağımı tahmin edip edemeyeceğinizi bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var o da Türkiye’de filmlerinin isimlerinin oldukça kötü çevrildiği. Meşhur “filmlerin adı motamot çevrilmiyor, filmin konusuna da bakıyorlar” geyiğini döndürmeye de gerek yok, bu filmi izleyen herhangi biri “Çeviride Kaybolmak”ın filmin konusu bakımından da filmin isminin kelime anlamı bakımından da “Bir Konuşabilse”ye göre çok daha uygun bir tercih olduğunu görebilir. Her neyse, 2003 yılında çıkmış bir film için bu konuya bu denli takılıp kalmaya gerek yok, filmden bahsetmek çok daha iyi olur.

Lost in Translation, bir reklam filmi için yüklü bir ödeme karşılığında Japonya’ya gelmiş olan Bob Harris’in (Bill Murray) hikayesi. Klasik bir Hollywood starı olarak şöhretin yıpratıcı etkileriyle boğuşan Bob, orta yaş bunalımı geçirmekte, yaşamakta olduğu yaşamın yapaylığından sıkılmış vaziyettedir. Bu buhranın üstüne Japonya’daki ultra yapay atmosfer ve Doğu toplumunda Batılı ve yıldız olmanın boğuculuğu da eklenince iyice bezen Bob’un karşısına hiç beklenmedik bir şey çıkar, Charlotte (Scarlett Johansson). Fotoğrafçı eşinin işi için Japonya’ya gelmiş olan Charlotte de henüz yeni evlenmiş olmasına rağmen hayli mutsuz ve aldığı eğitimin de etkisiyle etrafını sürekli küçümser hâldedir. İşte Lost in Translation, Japonya’nın göbeğinde aynı otele denk gelmiş bu bıkkın yabancının ufak macerasını işlemekte. Hikâyenin alışılagelmiş olduğunu söylemek haksızlık olacaksa da yepyeni bir tür yarattığını vesaire söylemek de abartılı olur. Hayatından sıkılmış iki kişinin birbirlerini bulması ve inanılmaz keyifli zaman geçirmesi teması üzerine kurulmuş bu anlatı, çok sık olmamakla birlikte sinemada yer yer işlenmekte. Lost in Translation da bu hikâyeye çok büyük katkılar yapmasa da olayı sunuş biçimi dolayısıyla kötü bir film olmaktan vasat-vasat üstü bir film olmaya doğru ilerliyor. Bu katkıların başında gelense elbette hikâyenin Japonya’da geçiyor olması. Batılı karakterlerin Japonya’da yaşadıklarını işlemek, onların birbirlerine ne denli muhtaç oldukları hissini artırmakla birlikte Japon toplumunda bolca görünen Batı hayranlığının da filmde ekstra bir katman olarak işlenmesine olanak sağlamış. Karakterlerin birbirleri dışındaki insanlarla iletişim kurmakta doğal olarak zorlanışıyla gerek Batılı olmaları gerekse de Bob’un şöhreti dolayısıyla sürekli göz önünde olmaları, filmin standart bir romancedan öteye geçmesine yol açmış. Tüm bunlarla birlikte filmde yine de o klişe ton hissedilmekte, bu da filmin çok da öteye gidememesine sebep olmakta.

Filmin sınırlarına dışına çıkmakta zorlandığı bir diğer konu ise görüntü. Japonya’nın Batılı yönetmenler gözündeki yeri bellidir: cıvıl cıvıl, renkli, bol bol oyun makineleri, etrafta büyük bir kalabalık, kaos, aşırı sessiz ve dingin tapınaklar vesaire. Böyle sayınca filmdeki sahnelerin hepsi gözünüzün önünden geçmiş olmalı. Zira belli ki Sofia Coppola’nın da düşüncesi pek farklı değil. Film Japonya’yı hayli Batılı bir bakış açısıyla ele alıyor, bu noktada da klişelerin içine düşüyor. Öyle bazı sahneler vardı ki deja vu olmamak elde değil. Yeni Uzakdoğu sinemasına az çok ilgisi olan her sinemaseverin en az 3-4 defa izlemiş olacağı türden tonla sahne bulunuyor. Bu da filmin hikâye bakımından kırmaya çalıştığı ancak çok başarılı olamadığı klişelerin yeniden hortlamasına sebep oluyor. Filmin görselliğine kötü diyemeyiz belki ama oldukça standart ve yenilikten uzak olduğunu, özel hiçbir şey sunmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz.

Filmin en başarılı kısmının ise oyunculuklar olduğunu açık. Her ne kadar bir Uzakdoğu klişesi olan sınır tanımaz maceracı arkadaş burada da bulunuyor olsa da filmin büyük bölümünü kaplayan Scarlett Johansson-Bill Murray ikilisi oldukça üst düzey iş çıkarmış. Filmin oyuncu kadrosu genel itibariyle pek geniş olmasa da bu iki ismin performansları oyunculuk bakımından filmi iyi bir noktaya yükseltmiş.

Sonuç olarak Lost in Translation klişe sayılabilecek bir konuya fena olmayan eklemeler yapmakla birlikte bu yenilikleri sunarken görsel klişelere düşen bir film. Ancak tüm bunlara rağmen izlerken eğlenmeniz yüksek ihtimal. Filmi muhakkak izleyin diyemem ancak izleyecekseniz de çok takılmadan, eğlencenize bakarak izleyin. Aksi hâlde ekran başından mutsuz ayrılmanız olası.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close